Güçlü bir deprem olduğu belliydi.
Kapının yanında duran “acil çantalarımızı” alıp sokağa çıktık.
Zeynep, çantasındaki radyodan kanal bulmaya çalışıyordu.
“-Hay aksi, telefonlar servis dışı. İnanamıyorum. Depremin merkez üssü neresi, acaba ? İzmir’de durum nasıl ?”
Bu soruların yanıtlarını düşünürken, hemen yanımızda bulunan apartmanın büyük hasar gördüğünü fark ettik.
Çantamdan kaskımı, eldivenlerimi ve maskemi çıkardım. Çocuklar da aynısını yaptı. Etrafı yoğun bir toz bulutu kaplamıştı. Keskin bir koku genzimizi yaktı. Aynı kokuyu 17 yıl önce Yalova’da ve Düzce’de de duymuştum. ”Deprem kokusu”
Önümüzdeki anacadde araçların devrilmesi ve kayması yüzünden tıkalıydı. Zaten çevrede gelen giden araç ta görünmüyordu.
Hasar gören apartmana doğru ilerledik. 11 katlı Yüzüncü Yıl apartmanı şimdi 4 kata inmişti. Yıkıntılar arasından inleme sesleri, imdat sesleri yükseliyordu. En alt katta market olduğunu anımsıyorum. Daha yeni açılmıştı.
Yerde yatan bir kıza yaklaştık. Yüzü gözü toz toprak içindeydi. Bilinci açıktı, konuşuyordu. Adı Elif. Elif, sol bacağını oynatamadığını söyledi. Sağ kasığında da sıyrık vardı. Buradan hafif hafif kan sızıyordu.
Ali Özgür çantasından iki adet karton mukavva çıkardı. Elif’in sol bacağını tesbit etti.
“- Bacağınızı hiç oynatmayın. Kırık gibi görünüyor. Bakın bu kısmında açılanma var. Kırık ile birlikte kanama da olabilir. İç kanama saatler içerisinde tehlikeli olabilir. O nedenle hareketsiz kalın. Ben, bir ambalans çağırıp, sizi hastaneye götürmesini sağlayacağım. Yalnız bu yıkıntıların arasından uzaklaşmamız lazım. Ardçı sarsıntılar ile bina tepemize yıkılablir.”
Ali Özgür, Zeynep’in de yardımıyla Elif’in sol bacağını tesbit etti. Kasığındaki sıyrık üzerine temiz bir bez ile bastırdı. Yara temizdi ve kanama kısa bir basıyla durdu.
Ali Özgür yıkıntılar arasından bir dolap kapağı buldu. Yere koydu.
Elif’in sağ yanına geçtik. Ben baş kısmında, Zeynep ayaklarının yanında, İlknur da tam kalça hizasında durdu. Dizlerimizin üzerindeydik. Ali Özgür’ün komutunu bekledik.
“ Bir, iki, üç…”
Üç demesiyle birlikte Elif’i sağ yanına çevirdik. Kütük gibi çevirdikten sonra Ali Özgür, dolap kapağını Elif’in altına sürdü. Yeniden üçe kadar komut vermesiyle birlikte Elif’i kapağın üzerine yerleştirmiş olduk. Kırık bacağı üstte kaldığından, zarar vermediğimizden emindik.
Elif’i böylece dolap kapağı üzerinde yolun karşısındaki Bostanlı Pazarı’na taşıdık. Yıkıntılardan uzakta, şehirde boş kalmayı başarabilen nadir yerlerden biri. Ambulansların bu bölgeden yaralıları toplayabilmesi, bu açık alanlara kurulacak olan revirlerle yaralılara ilkyardım yapılması daha kolay olacaktı.
Biz Elif’i götürürken, Ali Özgür kardeşine anlatıyordu:
“- İlk 72 saat çok önemli. Bu süreye altın saatler deniyor. Sarsıntı geçtikten hemen sonra evden çıkıp konu komşuya yardım etmeliyiz. Kanama, kırık gibi yaralanmalar eğer ilk saatlerde müdahale edilmezse ölüme neden olabilir. O nedenle hızlı davranıp olabildiğince çok insana yardım etmeliyiz.”
Zeynep” buldum, buldum” diye bağırdı.
Aradığı kanalı bulmuştu.
Buca Belediyesi’nin kurduğu yerel radyo kanalı yayındaydı.
Depremin tüm ayrıntılarını anlatıyorlardı.
Depremin merkez üssünün Bornova olduğu ve 7.8 büyüklükte olduğunu öğrendik.
Yıkıcı bir depremdi.
Bostanlı pazar yerinde çok sayıda insan vardı. Yaralılar, ağlayan, sızlayan, korkmuş olan yüzlerce insan buraya toplanıyordu.
Bu alanı ”Toplanma alanı” yapmaya karar verdim.
Hızla organize olmalı ve düzen oluşturmalıydık.
Çantamdaki megafonu çıkardım ve kontrolü ele aldım:
“- Lütfen, ayakta olan tüm yaralıları buraya alayım. Aranızda sağlık görevlisi olan varsa yanaşsın. İlkyardım bilenleri de buraya bekliyorum”.
Ali Özgür’ün dediği gibi: İlk 72 saat önemli. Boşuna altın saatler denilmemiş. Ne kadar çok arama, kurtarma aracınız, itfaiye aracınız olursa olsun, unutmayalım ki görevliler, deneyimli afet eğitimcileri, yöneticiler de deprem ile birlikte afetzede olmaktadır. Yardım gelene kadar kendi başımızın çaresine bakabilirsek ölen ve sakat kalan sayısı az olacaktır.
SON SÖZ: Deprem öldürmez, insan cehaleti, vurdum duymazlığı ve kaderciliği öldürür.