Bir kadın cinayeti daha izledik.
Emine Bulut, kızının çığlıkları, çevredekilerin korkak, endişeli bakışları arasında öldürüldü.
Son sözleri şöyleydi: “Ölmek istemiyorum”.
Dikkatimi çekti:
Neden, “yaşamak istiyorum” değil ?
Neden, yaşamak, yaşatmak, kurtarmak değil ?
Neden ?
Hep olumsuzluk ve kaybetmeyi öğrendik.
Öyle ki, yerli TV dizilerine bakın. Başrol oyuncuları sürekli kıran, vuran, döven, söven karakterlerden oluşuyor. Kurtaran, kollayan, yardım eden, iyilik ile akıllarda kalan bir karakter anımsayanınız var mı ?
Eğitim, inanç ve siyaset modelimiz sürekli öldükten, yaralandıktan, bittikten sonra neler yapılacağını öğretiyor.
Kadın, sokak ortasında öldürüldükten sonra hesap soruyoruz.
Çocuklar yandıktan sonra yurtların güvenliğini sorguluyoruz.
Eski bir bina çöküp, onlarca insan yaşamını yitirince, ruhsat aklımıza geliyor.
Deprem olduktan sonra yönetmelikler çıkıyor.
Bir sabah bonzai yüzünden bir evlat ölünce madde bağımlılığı önlemleri alınıyor.
Orman yangınından sonra fidan dikme seferberliği başlıyor.
Oysa, yaşamayı ve yaşatmayı düşünsek.
Hayatta kalmayı. Kurtarmayı öğrensek, öğretsek.
Ormanlarımız yanmadan fidan diksek.
Kimse ölmeden bonzai ve diğer maddeleri satan, dağıtanların başını ezsek.
Depremin bir doğa olayı olduğunu anlayıp, hazırlansak.
Çökeceği belli olan binaları yenilesek.
Çocuklarımızı koruyabilsek.
Kadın cinayetine en ağır cezayı verebilsek.
Yaşamayı öğrenebilsek.
Her şey çok daha güzel olmaz mı ?